İçeriğe geç

YALNIZLIK PARADİGMASI | Bir Tekrar Yazısı|

1

Televizyonda yalnızlık konusunda konuşan dört adam…Modern yalnızlıklar ile modern cemaatleşme arasındaki farkı açımlamaya çalışıyor birisi…Her ikisini de olumlamaya çalışan bir yaklaşımla…Tam o sırada diğeri bir şiirden iki dize okuyor:

““Yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi““

diyiveriyor…

Anlaşılacağı üzere bu dizeler Can Baba““dan…Düşünüyorum da, yalnızlığın bir çok tanımı daha yapılabilir, yalnızlığa dair dizeler yazılabilir ve bunlar çok etkili izler bırakabilir anlağımızda…

Böyle diyerek yalnızlığımın algısını bilincime çıkarıveriyorum ben de…

Bazen bir başkasının içinde yalnızlığa hapsolabilirsin…diyorum kendi kendime… Bu bir esir yalnızlık…Esir yalnızlıklar, uzay boşluğunda hedefsiz ve rastgele hareket eden nesneler gibi öznesinden ve öznelliğinden uzaklaşmışlık duygusu… Yerçekiminden kurtulmuş, çekimini aramanın boşluğuna düşmüş…yörüngesini bulamamanın amaçsızlığıyla varoluşunu bir hiçliğe dönüştürmüş durum…

Esir yalnızlıkların dışında özgürleşmiş yalnızlık kavramsallığında da durmalı diyorum kendi kendime…Evet insanın özgür yalnızlığı da olası…Bir başkasını kendi yalnızlığının içinde hapsetmeden, özgür bırakarak varolabilmenin bilinci belki…O başkası dediğin özne bir yandan kendi içinde ve özündeyken, yalnızlığın bilinci…

Emeğin özümlenmesindeki yalnızlığın paylaşımını özlemek ve özümsemek belki…Anların ve olguların ötesine geçebilmenin tarih bilinci mi demeli? Evet sanırım böyle söylenmeli…

Haldun Hakman


Not: Bu kalın çerçevesi çizilmeye çalışılan bu paradigma temelinde bir şekilde bu deneme dizisini sürdürmek istiyorum.. Farklı paradigmal çerçevelere de geçme olanağını belki süreç içerisinde yakalayabilirim umuduyla.

_____________________________________________________

2

Yalnızlığın öteki duygusu yaşanmayan tek süreci belki de sesi duyulan sevilene ulaşamama duygusudur…Orada öylece acı çekiyor ve ulaşamıyor…Sevginin aynı zamanda acı olduğu bilinci bir an duraklar ya, işte öylece kalıverir sevgideki çaresizliğe…Bu bir yalnızlık bile değildir henüz …Yalnızlık; ulaşamama zamanı arttıkça kendini gösteren bir ` gölge` gibi, bir `kâbus` gibi kendini dayatıverir, öteki olmayan sevginin acısındaki varoluşunda…

Varoluşun sevgi ve acıyla böyle bütünleşebilmesi için çok sevmiş ve çok acı çekmiş olma ön koşulu vardır eşzamanlılıkta…Paylaşılan emeklerdir bunlar, çünkü sadece kendine ait olmayan sevgi ve acılar olarak kendini öbüründe vareder, öbürü kendi olmuştur artık….Yitirilmek istenmiyen şey budur…Yitirildiğini sanan anlardaki o kuvvetli duygu da budur…. Bu bir alışkanlık mıdır? Evet yitirilmiyen ruhlarda gezinen bir alışkanlıktır…. Kolay bulunamayana verilen emeğin kendisine duyulan bir yitirme acısı çekmemeye, paylaşan ruhun direncidir…

Sevgiye doğru atılan her adımda paylaşılan duygu ve psikolojilerin kendini yeniden üreten `allahıdır` bu…Emeğin üretime her dokunuşunda alınmış bir entellektüel ve hayvansal hazza aynı süreçte duyulan bir saygıdır…Emeğin bilinciyle oluşan bir tarihe olan sevgidir…

Bu ölünce insan ölür gibi olur…Fizik olarak olmasa da, duygularında bir çekilme, sözde gerçeklik bilincinde bir atılım… ama boşunadır…Seven sevmiştir emekle…Birbirini en çok incitmesinin (sanmasının) nedeni de budur…Sevgi emek olduğu denli, kırılgan bir süreçte en çok acıtan ve en çok düşündürendir…


____________________________________________________

3

Koparıp yüreğini yanıbaşına koyduğunu düşündüğü anlardan hangisi daha etkileyiciydi ? Bunu düşünmeden önce yalnızlığın kucağında epeyce oturmamış olması varoluşunda sorgulanmasını gerektiren bir düzey olabilir miydi?

Sorular nereye dek yalnızlığa çare olabilirdi? Evet, sorulara soru sorduran bir mantıkla yabancılaşmayı çözebilir miydi insan? Yoksa soru sormaksızın her tür duruma uygun yanıtlar sıralayıvermek mi gerekir di?


Yanıtların kendi sınırları içinde varolacağını düşündüğümüzde, öteki için aynı varoluşu keşfedememenin bir sonucu muydu yalnızlık?

Yoksa özdeşleşme gibi bir olumsuz psikolojik savunma mekanizmasının işletimine engel olan bir davranışla mı karşılaşırdı insan? Karşılaştığında ise bu olumsuz savunma mekanizmasını olumluya çevirmek için taklalar mı atardı? Peki bu taklalar yalnızlık duygusunu artırır mıydı yoksa azaltır mıydı?

Bu üslupta devam eden bir sorgulamanın YALNIZLIK PARADİGMASI ile ilişkin olduğunu söylemek olası mı, yoksa sadece verili bir yaşamın sürüsel yaşamından ayrıldığı varsayımıyla mı birey olamamış bilinç kendine bunları sorduruyor?

Bu ironik söylemi daha fazla sürdürmek olası. Ancak temelli bir şey söylemek gerekirse; yalnız olduğunu savlayan herkesin güncel ideolojik düzlemdeki söylemin kavramlarına başvurma zorunluluğunu duyması. Kısaca sürekli sorularla gezmesi yaşamında.. Bu bir arayış değil elbette, bir yitirişin dolaylı kabullenmemesine duyulan tepki olsa gerek…

Yalnızlık, bilincine varılmış yeni bir paradigmal çerçevenin paradigmal kavramlarını henüz yaratamamanın bir “eksiklik” duygusu… Kısaca bir üst düzeyde ilişki üretme gerekliliğinin bilincinin kavram yaratmaktaki sancısının adı… Yalnızlık bir keşif olma haliyle kendini sürekli yineleyen bir sürekli devrimci durum olduğunda olumlanacak, tersinir durumlarda ise “acı” olmayan acı kavramının geleneksel anlamına yüklenen bir yalvarış biçimi…Kime mi? elbette ÖTEKİNE?

Öteki ise tam anlamıyla bir yabancılaşmanın durağan kavramı…İdeolojik bir ayrımlama…

Burada durmayacak bir bilinç ise olsa olsa PARADİGMA TARİHİ denilebilecek bir düzeye karşılık gelebilir..

Bunu gereksinmelidir YALNIZ ADAM/KADIN…

__________________________________________________

4

Bazen sarı bir akışla aklıma takılıyor, tıpkı Çin“deki sarı Nehrin akışına karşı yüzüp yüzüp, uzun yürüyüşteki köylü akıllar…Yalnızlığın köy anlamına aklım takılıyor….Çok köy görüp hiç orada yalnız kalmadığımdan sanırım bu…Sahi nasıl yalnız kalır giderek kente göç veren köydeki insan? Sanırım artık siyah beyaz sinemanın o köylü filmlerindeki manzaraya rastlamıyacağız. BU duyguları değerlendirenler ise köy kökenli olan insanların politikadaki yalnızlık avcılığını dine tahvil etmeleri şeklinde tezahür ediyor…

Eski yalın köylü, artık bütün bağlantılarıyla (Alamancı sürecinden başlıyarak) giderek kendi yalnızlığnı bir toplumsal yabancılaşma gömleğinin sıkan çelik kafesinde yaşıyor.

Sevgi kavramının tarihçesinde çok eski dönemler (ama hep ataerkil) söz konusu olmuştur. Ancakyalnızlık ile sevgiyi kendinde birleştiren ilginç bir miztisizm (gizemlilik) doğu toplumlarında, özellikle de Anadolu“da çok fazla yer etmiştir…

Kent-soyluluğa daha önce evrilmiş toplumlarda ise yalnızlık hep sevgisizlik şeklinde algılanmıştır (?)

Öyle mi gerçekten? Baktığımda Nietzche“den Dostoyevski“ye, oradan Turgenyev“e, Kafka“ya, Camus“ya
Sartre“a……..daha fazla uzatmıyacağım bir çok süreçte ilginç bir şey görüyorum: hepsinde ortak olan temel kaygı insan ve öteki…Öteki de insan elbette…

Peki yalnızlığın , diyelim ki bizim yaşadığımız paradigmal eğrisindeki anlamı, bütün bu yaşanmışlıkların birikimiyle giderilebilecek türden bir şey midir?

İnsan olmanın yalnızlıkla bir ilişkisi mi var sorusunu ve yanıtını duyumsadığımızdan ibaret bilgilerimiz henüz…Bu yeni paradigmal dönüşümde…Çok fazla da yol katetmemişiz yani…

___________________________________________________

5

Aniden oluşan süreçlerden ibaret sanmamalı yalnızlık paradigmasının ileri ve geri hareketlerini. Tam anlamıyla helezonik bir süreçtir. Bu helezonların tuhaflığı yalnızca ileri giden bir hareketi değil gerilemeyi de barındıran, belki son erimde ileriye doğrulan yanından kaynaklanır.

Hani bildik bir deyişle; iki adım ileri bir adım geri, dercesine…Ama gerçekte böyle de değildir yalnızlık…Biliyorum hemen önce söyldiğimle çelişen bir yanı var gibi bunun, ama ne yapayım, hep ilerler yalnızlık…Hiç dönüp benim eski yalnızlıklarım nerede diye sordurmaz…

Bu bağlamıyla her defasında insan kendini en yeni yanlızlığında duyumsar…Kıvranır, ama ölmeden hemen önceki o en büyük acıyı çekiyorum sanırken, yeni bir yanlızlığa eskisini tükettiğinin ayırdına varmaz…

İşte budur paradigmal dönüşümün bir başka anlatımı…

Yalnızlığın yeni paradigmal düzeyine fizik olarak ulaşmak ile arkadan gelen bir istim olan bilince çıkarmak arasındaki geçen o zaman diliminde oluşur bütün bunlar. Bir geçiş sürecidir gerçekte…Bu geçiş süreci devrimci ve karşı-devrimci nicelikleri ve bazen de nitelikleri içinde taşır.

O yüzdendir her paradigmal evresinde yalnızlık, kimilerinc devrimci bir bireysel dönüşüm olgusu diy algılanırken; kimileri d bunun bir karşı-devrimci tükeniş olduğu savını ileri sürmüşlerdir.

Neden o halde bu yalnızlık paradigması bize böylesine yapışık ikiz gibi duruyor diye sormak çok sığ ise de; her seferinde bu “sığ” soruyu sormaktan kendini alamaz insan…

Gerçekten de beşer hafıza-i nisyan ile malûl müdür? Bnce yok böyle bir şey… Birey kendi tarih bilincini oluşturduğu her zaman, kendi yalnızlığının paradigmal evrilişine de bir geçit açar içinde…

Sanırım tam bu noktada, yabancılaşmanın aşılmasındaki o muhteşem sorgulamayı, varoluşun temel bilinç paradigmalarının zincirleme tepkilerini, diyalektik maddeci bir yöntemle aşma çabasını gündeme yeniden ve yeniden getirmeliyiz…


Belki böylece post-modern aşk ve sevdalardan da -ne diyorum ben ya yalnızlık paradigmasının ne modernist ne post modernist olmayan yapısından sözetmeye çalışırken tam da, yalnızlığa kendimizi vurmamızı disiplin altına alacak bir birey tarihi bilinci geliştirebiliriz…

_____________________________________________________

6

Boşalıveren bir pazar filesi gibidir yalnızlık…Eve alışveriş yapacak her tür özveriyle doldurmuşsundur cebine üç paralık yaşama çabasını…Sonra pazarda en sevdiğin sebze ve meyveleri, hele de balık varsa (genellikle tatlısu balıkları olurdu eski pazarlarda), doldurursun fileye, ağ gibidir genellikle düşmeyecek sıkılıkta örülmüştür…Ama eve gidinceye dek giderek hafiflemişsindir…aldırmazsın… hatta iyi gelir… bir bakarsın mutfağa girince file ve sen başbaşasındır…eskimiş ipliklerinin bir kaç tanesi sökülmüştür ve dökülmüştür o aralıktan tüm nevale…

Yeni bir file almaya kalkan biri olmaktansa artık pazara gitmeye küsmektir yalnızlık…Her file fire verir çünkü…En sağlam örgüler bile zamanla sökülür…Birileri daha sağlam ördüm savıyla fileye yeni kalabalık nevale dolduruverir…Filesine sağlık…


Kıssadan hisse hiç bir file başka bir fileyle ikame edilemez…İkame edeilemiyen duygudur yalnızlık…İkame ettiğini sanan duygu ve düşünceler ise sadece çuvala doldurulmuş bir kalabalığı bağırır…Nasıl mı bağırır?… Emin olun ben çok yalnızım diye…Kalabalıktır duyguları, çuvalla taşınır…

___________________________________________________

7

Gözkırptığının farkına varmamasıdır insanın yalnızlık. Öteki`nin gözkırpışlarını ise her saniye izler…Öteki öteki olduğunda çok kalabalıklaşmıştır…Bu yüzden normalden çok fazla göz kırpar…Bunun görülmediği sanılırsa da, yalnız insanın göz kırptığını farketmeyişi tüm dikkatini buna vermesindendir…

Kalabalıklaşan insan yalnız insanın ayırdına varmaz, onu yoksayar…Bir kere bile yoksaydığında ise kendi cehennemine ilk adımları öteki olarak atmıştır…Öteki kıldığı gerçekte kendisidir, aymaz buna…

Aymazlığın sonucunda insan hep bir başka ötekiyle kalabalıklaşmak gereksinimi duyar…Kendi göz kırpışlarının gözünü almasıdır bu hayat…en çok kırptığı anda hayatın anlamını buldum sanır…

Bu bir yanılsamadır…

Güncelliğin geçici ideolojisine bir süre sığınmaktır….

En önemli “şeyler” sürekli değişir…Çünkü onlar “şeydir” felsefi anlamıyla… Özne olamıyan, yalnızlığının bilincine varamıyan birey eşyanın doğası gereği nesneler gibi görür özneleri de…Asla yalnızlaşamaz…Hep sığınacağı birileri vardır, sıra değiştirir bu…

Bireyin yalnızlık bilinci tarih bilinciyle doğru orantılıdır. Bunu özümlemeyen birey ise bir tür us yarılmasıyla kendini çoğaltır durur…Psikolojik olarak kullandığı savunma mekanizması ise biteviye yansıtma ve özdeşleşme denilen olumsuz savunma mekanizmasına dönüşür.

Duruşun algı sapmasıdır bu…Oysa yalnızlığının bilincinde olan insan algı sapması yerine başka birey olma sürecini de gören ve paylaşabilendir(empati değil sözedilen). Paylaşım asla kalabalıklaşmak ve sürü psikolojisi üretmek değildir. Hep payanda arıyan bir duruşun yalnızlığın bilincindeki birey olma duruşuyla ilgisi yoktur.

Yalnızlığın hastalanmış bilinci olarak yansısı, bir tür popüler yansımalara doğru, tıpkı ışığa çekilen pervanler gibi çekilmenin dayanılmaz hafifliğidir. Popülerliğin kaynağı kendiyle menkul olsa bile.

Yalnızlık bilinci birey olma kültürüyle yakından ilgilidir. Bu kültür ise ancak bireyin tarihsel bütünlüğünün bilincine varmasıyla oluşur. Diyalektik maddeci bir söylemle, tıpkı toplumların kültürünün kendi tarihlerinin bilincine varılmasıyla oluştuğu gibi…

Sanat, edebiyat ve şiir ise salt biz yazma biçimi değildir, bu kültürel duruşla aynı zamanda bir varolma biçimidir. Kalabalık insan bunu anlamaz ve süreci yazma bilincine indirgediğinde, popüler duruşa olan hayranlıktır “o asil duruşunda” yansıyan şey.

______________________________________________

8

Yalnızlık, bir işbirliği içindeki suskunluğun algılanmasıdır…Bilince çıkması ise taammüden yalnızlıktır…

Taammüden işlenen yalnızlık, kalabalık bir nefesin kötü kokularını duyumsamak gibidir…Yalancı bir yalnızlığı, ideolojik bir duruşla hohlar bu yalnızlık önermesi…Korkaktır, sinsidir ve iki yüzlü, çifte standartlıdır…Her zaman yalnız olamıyan bir sürü davranışının yansısına sığınır…Kapalı kapılar arkasında sevişir kalabalığıyla…İlân etmesine gerek yoktur….Hissedilir… algılanır…bilince çıkar…

Yalnızlığın bilinci birey olmanın açık,yalın ve dürüst tarihi ile yakından ilişkindir…Üretici yalnızlık, başkalarından saklanmadığı ölçüde acı da çekse adam gibi bir yalnızlıktır…Gerisi laf-ı güzâftır…

Bunu uyarabilecek tek bilinç sonuna dek yalnızlığın bilinci olarak birey tarihinin verilerine sahip çıkan insanlardır…Ötekiler kaçarlar, saklarlar ve sinerler, kalabalık olmalarıyla vurmak için aralarında konuşurlar ve sonuçta çok büyük bir hayal kırıklığının kötücül tepkileriyle şimşek gibi yağarlar…

Uyum sürecinin dışındadır yalnızlık…uyum içinde olabilen her şey kalabalığın nefesidir…Onun kokusunu duyan insandır çağdaş bilinciyle doğduğu gibi ölecek olan…Uyumsuzdur yalnızlık…Uyum işbirlikçi bir komplo yaratır her zaman… doğada da olduğu gibi…doğayı yenemeyen yalnızlık ölür…

Kendini korumaya çalışan birey tarihi , işbirlikçi bir biçimde suçlanacak malzeme toplar doğadan…öldürmek için saldırır…Yalnızlığın en gerici paradigmasıdır sürüleşme bilinci…

İki kişilik bile olsa…ki genellikle iki kişiliktir…çok kişiliklidir sürü bilinci…şizofrendir…us yarılmasıdır…

___________________________________________________

9

İşte şimdi ölmektir yalnızlığın bilinci…sabah sevgiliyi uyandırır gibi uyumaktır kendine…Acı çekmemişliğin garip yalnızlık teorilerine inat acıyı yalnızlıkla dövmektir her saniyesi insanın…Sevgiyi anlamıyanların kalabalığa yalnızlıktan kaçışıdır yanılsamalı bilinç…Çıkarcıdır…anlıktır…

Yalnızlığın sonu yoktur sonsuzdur, adım gibi yakaladım yalnızlığın bilincini biry tarihimde…Paradigma eskimişti…Yalnızlığıma “kürt” muamelesi yapıldı resmi idolojilerde…İsyan eden bir devrimci bilinci ihmal ettiler…Savsakladılar büyük kalabalıklarıyla…Sandılar…Yanılsamanın bilincinde idolojik davrandılar…aldattılar…aldandılar…aldanacaklar…

Yalnızlık aldanmaya ve aldatmaya karşı bir savunma olmaktan çıktığında tarih bilincidir…Paradigmal dönüşümü sağlıyandır…

_____________________________________________________

10

BU sefer sadece gözkapağımın altında beliren minicik, mercimek yarısı yalnızlığın nasıl bir paradigması olabileceğinden sözetmek istedim. Öyle ya, düşünülürse benim bedenimde oluşan bazı şeyler kimseyi ilgilendirmiyor.İşte size en eski bir yeni paradigmal söylem…

Yaşlanıyor mu ne yalnızlık? Aslında doğal olarak yaşlanması beklenir değil mi? Yok hayır öyle değil, yüzyıllar boyu yalnız olmanın bilincinin abc“sini bile düşünmeden yaşıyan toplum üyeleri aramızda kol geziyor…Ne bedenlerini dinliyorlar…sizi mi? yok hayır onlar için değil paradigma kavramı, kavram bile anlam taşımıyor…Sürüdendir onlar…Dogmatik kavramları yinelemekle yetinirler…Güncel ideolojinin (yeme, içme, sıçma ve elbette uyuma üzerine kurulmuş verili bir yanılsamanın bilincinde çok dolanırlar).

Bu yüzyıllar boyunca sürmüş dememin nedeni kapitalizmin getirdiği üretici güçlerin olağanüstü gelişmesi karşısındaki yabancılaşmanın biçim değiştirse de insan özüne hep aynı etkiyle vurması…onları daha ana karnındayken sürü kılacak bir süreci başlatması…

Yoksa binlerce , onbinlerce yıldan süzülen bir aralığı var yalnızlık paradigmasının…Tarihsel süreçlerde büyük adamların yalnızlığı sözkonusu olmuştur(kadının adı yoktur-duygu asena alınmasın)..

Paradigmal kavramı bile Thomas Khun“un 1950“lerdeki düzeyini aşamamıştır. O zaman ben ne diye “Yalnızlık Paradigması” deyip duruyorum?

Bir tek yanıtım olur şu anda; yalnızlık paradigmasının kendi içinde dönüşen bir varoluş biçimi içinde parçalanarak bir çok paradigmal kavramları eklektik(seçmeci) olarak seçen insan yığınlarından kaynaklandığını düşünüyorum…Hepsi eksiklik bilinçlerini donmuş, dogmatik kavramlar içinde ifade etmekten öte gidemezler…Bu ne midir? elbette ideolojidir… Yanılsamanın bilinci olarak donmuş bir korteksin yansısıdır.Alt beyne ulaşma olanağı olmıyan insanların bir tür sancısıdır…

Korteksi küçümsemiyorum. Tüm zeka ve bilgi birikiminin toplandığı o incecik tabakadır elbette yüzeydeki, tarih bilincimizi oluşturan…Alt beynimiz ve kuyruğumuz(omurilik) ise bizim hayvanlık konağımızdan beri biriktirdiğimiz adeta genetik bilgilerimizin parçasıdır.

0 yaşından itibaren oluşan bu sakatlanmış halimizde yalnızlık paradigmalarını paylaşmamızın olanaksızlığı içinde gene de bir insan bir insan aramaya kalkıyorsa, gene de üzerinde düşünülecek çok şey var.


Haldun Hakman

Not1: sürecektir yalnızlık sürdükçe…

Not2: Köşede yalnız başına duran bu yazı sürecini buraya da aktarmak istedim…

Not3: Yalnızlık paradigmasının kavramlarını çözümlemeye doğru giderken, bir kere daha eski paradigmal çerçevelerin yeni devrimsel dönüşümüne gebe olmaklıkların bilinciyle…

Bir tekrar yazısı olsa bile bu yazı, yeni paradigmal yalnızlığın yazısına da gebe…doğuracak neredeyse…



Kategori:Yazılar ve Şiirler